27 Nisan 2011 Çarşamba

Alyan Anahtarı




 Dün gece kombimiz bozulmuştu. Servisi aradığımızda telefona çıkan adam evin içindeki herhangi bir kalorifer peteğinden bir miktar su boşaltmamız gerektiğini söyledi.


Alyan Anahtarı diye birşey varmış, bu sayede öğrendim.  http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=alyan%20anahtar%C4%B1  


Ama ben bozulan kombimizi alyan anahtarıyla düzeltmedim. Uzun uğraşlarım ve üzerimdeki naseksi pijamamla apartmanı kapı kapı gezmem tabi ki sonuç vermedi.
Oysaki tek ihtiyacım olan bir tornavidaydı.


Son çare olarak karşı apartmandaki meraklı-kedili-köpekli-biraz ilginç ama tüm bunlara rağmen iyi olduğunu düşündüğüm kadına gittim.


O kadar malımki kadının köpeği beni görüp heyecan yapınca ben de onu gördüğüm için heyecanlanmış olacağımki ; tornavidanın adını unutup kadından İngiliz Anahtarı istedim.


Bi yandan köpeği zaptetmeye çalışırken diğer yandan ağzımdan çıkan "İngiliz Anatarı"na rağmen gelecek olan aleti kafamda şekil itibariyle tornavida olarak canlandırıyordum.


Kadın elime tutuşturuverince diyemedim tabii "Ben kekin önde gideniyim.Şey aslında bu değil.Tornavida isticektim ben."


Onun yerine...


"Ya zahmet olacak ama aslında varsa bir de tornavida alsam iyi olur." diyebildim anca.


Kadın tekrar gitti ve tekrar geldiğinde nihayet doğru itema ulaşmıştık :)


Elimde bir tornavida bir de koca ingiliz anahtarıyla eve dönünce Desperate şaşırdı doğal olarak. "Bu ne la?" dedi ingilz anahtarını gösterip.


Duymazdan geldim. O tornavidayı alıp salondaki kalorifer peteğinin yanına gitti. Bense mallığımın hediyesi ingiliz anahtarımla mutfaktaki peteğin başına.


Umutlu değildim açıkçası. Hani anaokulunda miniminnacık çocukların eline şekilli boşlukları olan bi tahta ve onların içine uyacak üçgendi yıldızdı kareydi şekillerini verirler ya...


Benimki de o hesap...İngiliz anahtarının ucuna baktım. Sonra kalorifer peteğinin sağ yanındaki şekle baktım. Dedim "Ben bunla burayı tutarım."


Tutarım tutmasına...hatta tuttum da...sonra ne yapacağımı bilmediğimden olsa gerek saçmasalak oynarken bi anda her yer simsiyah bi suyla yıkanmaya başladı. Su öyle bi tazyikle boşalıyoduki mutfağın yarısı battı.


Desperate benim çığlıklarıma koşarak gelmişti.


Olay doğruydu. Evet benim oradan su çıkarıp 3.0 olan barı 1.5'e indirmem gerekiyordu. Ama yanlış olan bişeyler de vardı hani o an sanki. 
Üstümün başımın batmasına mı yanayım, barın düşmesi gerekenden fazla düşüşüne mi, mutfağı basan suyu nasıl temizleyeceğimize mi yoksa orda ıslak pijamam, saçlarım ve elimde ingiliz anahtarımla son derece seksiyken hayatıma girip çıkan tüm adamların bu manzarayı kaçırışına mı!


Sonuç olarak kombiyi düzelttim. Soyundum. Mutfağı temizledim. Ve hala yalnızım.


Sevgiler...


                 HardCandy



...

21 Nisan 2011 Perşembe

Biscolatacı








Çişim var ama yapmıyorum, tutuyorum neden bilmiyorum.


Yarın sabah 9.00'da en zor dersimin vizesi var. Hoş, benim için bütün dersler zor. Ama çalışmıyorum, neden bak bunu da bilmiyorum. Öyle çok zengin falan değilim, ayrıca yaz okuluna da zam gelmiş; ders başı 2000tl. Galiba artık acı da olsa iş değiştirmeliyim. Cinsel hayatımı sektör haline getirmenin esprisi bile iğrenç. 


Şu an ondan daha iğrenciyse yarınki vizenin önümde duran sayfalar dolusu notları ve bacağımla aynı kalınlıktaki kitabı.


Mutsuzum.


Adamın biri paso beni arıyor...günde en aşağı 5 kez. 


İnanılmaz taş, bak ona lafım yok. Biscolatacı diyorum ona hatta.


Şu an çok ruhsuzum farkettiniz mi?


Biscolatacıyı anlatiym ben yine de...


Bir varmış bir yokmuş...aslında hiçbi skim yokmuş.


Desperate Housewife'la çok bunaldığımız, yaklaşık üç gündür falan duş bile almadan eve kapandığımız bir gün hadi dedik üzerimize saçmasapan ne bulursak geçirelim dışarı yemeğe gidelim.


Gittik efendim...ciddi ciddi o halde gittik. Hani saçımızdan yağ damlayacakcasına pis haldeyken, bunalımlardayken...hem de belamızı arar gibi Caddeye inip Kırıntı'ya gittik.


Garsona kuytularda bi masa istediğimizi söyledik, bahanemiz havanın soğuk oluşuydu ama işin aslı o halde çok fazla göz önünde olmak istemeyişimizdi.


Menüleri elimize alıp dakikalarca baktık, baktık ve baktık...o an herşeyi yemek istiyordum, pek çok siparişten önce yaşadığım travmatik moda girmiştim. Garson tepemde sipariş için bekledikçe daha çok strese giriyor herşeyi söylemek istiyodum. Bir ara başımı menüden kaldırıp etrafa bakar gibi oldum...


Desperate'ın iki arka masasında karşılıklı oturan iki genç adam vardı. Biri sarışın, diğeri esmer. Sarışın olan bana dönük oturuyordu.Esmerinse arkası dönüktü ama o an her nasılsa aniden bize dönüp benim o tarafa olan o son derece anlamsız bakışlarımı yakalamayı başardı.


Daha sonra bunu kendisi "Bana bakıyordun." olarak dile getirdiyse de...Hayır, efendim bakmıyordum ben sana. Pistim bikere ben o sırada. O kadar pisken kimseye bakmam, haddimi bilirim.


Utanıp başımı elimdeki menüye geri gömdüm o bakıştan sonra zaten. İçimden söylenmeye başladım. 
-Çocuk taş olsaymış.Hep zaten böyle iğrenç şekilde çıktığımda denk getir bunları tamam mı tanrım!?Niye bakıyoki acaba...acaba hala bakılır bi yanım olabilir mi? Belki de ışık loş olduğundan saçımın ne derece kirli olduğunu ya da suratımda gram makyaj olmadığını farketmemiştir olabilir mi? Hayır, tabiki olamaz. Niye bakıyor olcak; tepemizdeki garsondan hesap istemek için.


Gerçekten de garsondan hesabı alıp birkaç dakika içinde ortadan kayboldular. Eeeeh kader kısmet böyle işler. Ben de bu taş adamın ardından önüme gelen yemeğime saldırıp bikaç dakika içinde tamamen hafızamdan silmiştim onu farkında olmadan.


Taa ki... saatler saatler sonra eve gelip Facebook'u açana dek.


İki yeni mesaj: Biri...of bu birinin ismini vermeyi çok isityorum ama olur olur es kaza ortaya çıkar onu burada yazdığım sonra başıma bela alırım. Fatmagül'ün suçu ne diyip susayım sadece en iyisi. Neyse işte biri o...onun da sırası gelecek, fazla kaşınıyo bu ara.


Diğeriyse...olay mesajımız : "Yaa bilemedim ama... sen bu akşam Kırıntı'da mıydın?"


Olay mesajın olay sorusu : Biscolatacı beni nasıl buldu? Facebook alemindeki tüm kumral Türk kızlarının profil fotoğraflarını yaklaşık 5 saat içinde tarayarak?
Hadi onu geçtim...O kısmı gerçekten komik de...daha da önemlisi : Beni o halde beğenmeyi nasıl ama nasıl başardı?? Saadettin Teksoy olsa bu konunun üzerine gidebilirdi ciddi ciddi. İnanmazsınız şimdi abartıyosun dersiniz ama vallahi o boyuttaydı salaşlığım pisliğim. Radyasyon yaymaya yakındım. Nadiren böyle 5-6 ayda bi olurum ben.


Şu an ders notlarım beni çağırıyor...maalesef ateş değil...ders notlarım. Bana en yakını şu an Ataşehir'de olan alevde ızgara değil, steakhouse - bigking falan değil hayır...ders notlarım.


Biscolatacı'nın beni nasıl bulduğu yarına kalsın. Ama ben bi yemeksepeti.com yapiym en iyisi.


...hoş bu dudakla hamburgeri nasıl yemeyi düşünüyorsam :S:S:S işte bunu tamamen unutmuşum.








Bu arada hayır Hercules'ü unutmadım, o hala her an aklımda.


...

11 Nisan 2011 Pazartesi

Boktan Sabah


Bokunu yuvarlayan Bok Böcee! (E'ler açık)



Evet son derece bok bi sabah yaşadım. İçime de doğdu böyle olacağı ama engel olamadım.


Mr.Eleven'la kardeş kardeş uyuduğumuz bir gecenin sabahıydı. Telefonumun alarmı çalınca kalkıp giyinmeye başladım, derse gitmem gerekiyordu.


Nedense bir türlü evden çıkasım gelmedi ama. Üstüme giydiklerimi on defa değiştirdim, odama defalarca girip çıktım falan.


Böyle içimde on gündür sıçamıyormuşum gibi bi huzursuzluk. Gidip gelip prenses yatağımda öküz gibi uyuyan Mr.Eleven'a bakıyorum. Onu orda bırakıp çıkmak istemiyorum falan evden... ben çıkıyosam o da çıksın yatmasın, kalmasın, gitsin falan işte...


Bi yandan aklıma Hercules'e neredeyse bir haftadır hergün yazdığım ve başucumdaki çekmecemde duran kurabiye kutusuna attığım mektuplar geliyor.


Daha önce de Mr.Eleven'ı orda o mektuplarla arasında santimlik destinasyonlarla bıraktım ama hiç böyle bir hzursuzluk kaplamamıştı içimi.


Belki de bu sabah o çekmeceyi açıp içinden orkidimi aldığım için, o sırada bir çakal refleksiyle gözlerini açarak bana son derece antipatik gelen ukala bakışlarını attığı içindir...ki gözleri güzeldir yani. Hatırlarım da bundan üç sene kadar önce ilk çıkmaya başladığımız aylarda "Güzel gözlü sevgilim" derdim yani ona, demişliğim vardır. Nasıl yapmışsam öyle bir hata...


Herneyse...ık mık bok püsür diye içimde bir savaş verirken Hercules'e ilan-ı aşk mektuplarımı da, hemen yanıbaşında prenses yatağımda uyur gibi yapan Mr.Eleven'ı da bırakıp çıktım evden.


Derse yetişmem gereken nadir günlerden çünkü...elimden birşey gelmiyor.


Koştur koştur okulun kapısına varmama ramak kalmış...kulaklığını kulağıma henüz geçirdiğim telefonum zımbır zımbır çalmakta.


Ekranda görünen numara Mr.Eleven'a ait. Kayıtlı da değil yalnız. Yıllardır öyle beynime kazınmış öyle kaçamamışım ki o numaradan, kaydetme gereği bile duymamışım sonrasında.


Sıçtığım andır dedim içimden. Suratım bi bütün limonu yemişcesine buruştu. Duyabileceğimin her türlüsüne kendimi hazırlamaya çalışıp "Yes" tuşuna bastım.


-Allah belanı versin!
+(peki versin) ne oldu ki?    


Safa yatıyorum yine inanılmaz pişkin inanılmaz yüzsüzüm.


-Allah belanı versiiiiiiiinnn!!!!
+Tamam ama ne oldu ki şimdi yani?


Allah beni nası biliyosa öyle yapsın vallahi çok fake attım ben bile yemedim bu halimi. Bendeki panik dört nala o an. Ne desem de sinirini minimuma indirsem diye düşünüyorum bulamıyorum. Ben tek kelime daha edemeden...


-Sen nesin ya sen nasıl bişeysin bu mektuplar ne!


...diye hönkürüyor.


O sırada içimden keşke buraya kadar yürümeden önce arasaydın şimdi boşuna geldim, geri yürüyeceğim, yorulacağım falan diye düşünüyorum mal mal. Tabi bunu söylesem beni bi kaşık suda boğar.Telefon yüzüme kapanıyor zaten suskunluğumda. Birkaç kez arıyorum meşgule veriyor. Hayır açsa ne dicem çok merak ediyorum, ne diye arıyorsam.


Adam bana aşık, başkasına yazdığım mektupları bulmuş "Allah belanı versin" falan modunda, ben hala atacağım iki adımın derdindeyim. Taksiye mi binsem napsam diyorum bu sefer. Sonra yok diyorum bi de iki metre yol için taksiciden küfür yemek istemiyorum sabah sabah.


Bu sefer aklıma mektuplarıma zarar verirp vermeyeceği geliyor. Ben olsam ve öyle birşey bulsam sinirimden yırtardım çünkü, anında paramparça ederdim bidaha sittin sene birleştirilemezdi o parçalar; bilimadamları bile çözemezdi o mektupta ne yazıyor. Daha bir gaz veriyorum ayaklarıma, koştur koştur gidiyorum çünkü mektuplar benim için önemli. Birgün Hercules'e vermeyecek bile olsam ben yazılı olan herşeye her hatıraya değer veririm, çöpümü atsalar kıyamet kopar.


Tam sokağa giriyorum, arabayla fırlıyor karşıma. Son gaz bana doğru geliyor. Tam önüne geçiyorum durması için. Ben olsam durmam ezerim yalnız ımına kodumun tırıspısı üç haftadır ayakta uyutuyo beni demek başkasına aşık olduğu için vermiyomuş falan diyip...


Mr.Eleven insaflı çıkıyor. Tahminimce birlikte geçen onca anımızın hatrına ezmiyor beni.


Benim için hala aynı. Bir insan size obsesif derecede aşıkken onu hiç kardeşiniz gibi gördüğünüz, canınız ciğeriniz biriymiş gibi hissettiğiniz oldu mu.


Üzülünce içim parçalanıyor. Ama ben veremem ona istediği mutluluğu.


Ön koltuğa geçip oturuyorum. Biraz aşağı iniyoruz arabayla ve çekiyor sağa.


"Aşık oldum ben." diyorum son derece mala bağlamış halde. Biliyorum ordan kurtuluşum pek yok sıçacak ağzıma. Hani belki acır biraz diye son gak guklarımı deniyorum.


+İnsanım ben, sen nasıl bana takmışsan kafayı ben de başkalarına takabiliyorum.


...diyorum...demesine diyorum da boşa...


Benim her denememde aldığım cevap aynı oluyor. Sinirinden etrafa tüküre tüküre kafasını direksiyona çaka çaka "Siktir git!" diyor bana.


Zaten gideceğim. Şimdi sen bunu söylemesen de ben zaten bi gün senin hayatından siktir olup gidecektim bunu  kabullenmek istemesen de sen de benim kadar iyi biliyodun içten içe.


Bir süre sonra pes ettim. Baktım ki hiçbir sözüm sakinleştirmiyor onu...indim arabadan yürümeye başladım yine eve doğru. Aksi gibi bir de yağmur başlamasın mı! 


Yine başladım homu homur söylenmeye... "Belliydi bunun olacağı. Bari evin orda konuşsaydık da ben onca yolu yine yürümeseydim."


Benden sonra gaza basmasıyla arkamdan duyduğum ses biraz içimi ürpertti. Umarım o sinirle saçmasapan bişeye kalkışmaz ya da kaza yapmaz diye düşündüm.


Ama her ne olursa olsun arada yine içimdeki HardCandy ortaya çıkıp atarını da yaptı. "Sen benim çekmecelerimi mi karıştırdın! Özelime girmeye hakkın yok, ne sanıyosun kendini!" ... de yemedi tabi o sinirle.


İşte bu Mr.Eleven'ı son görüşümün hikayesiydi...diyeceğim galiba bigün. Umarım öyle olur, çünkü bu hikaye yıllardır bana eziyet olarak fazla fazla devam etti.


Parçadan çıkaracağımız ders şu olsun mu öyleyse?


İnsanların özelini kurcalamak iyi değildir.Bulduğunuzda hiç hoşunuza gitmeyecek şeyler çıkabilir ortaya.Bazen çok fazla şey bilip mutsuz olmaktansa daha azını bilip mutlu kalmak daha iyidir.


O değil de...Cuma gecesi Maroon5'a gidiyor muyuz??




Sevgiler... HardCandy

2 Nisan 2011 Cumartesi

Nişantaşı Cadıları





Cadılar, cadılar...arabanın içinde üç bücür cadı var.


Tamam, uysun diye öyle yazdım. Hiçbirimiz bücür değiliz. Kazulet kazulet bi de üzerine topuklu giyen pis karılarız hepimiz.


Aslında dörttük ama birimiz bi diziye başladı geçen gün. İki gündür gelmiyor işe.


Üç bücür cadı tıkınıyor. Midelerine işkence ediyor.


Sarışın biri; sörfçü. Fit bi vücuda sahip, çılgın da biraz. Aman duymasın, çatmasın bize. Yakışıyor ona bu deliliği, pek çok pek çok.


Diğeri Hande Subaşı'na benziyormuş.Benzemiyor bence, kat kat güzel ondan; Esmer Barbie.


Bir diğerini kaptırdık bir gençlik dizisine...Helen kızımız. Set gribi olmuş kendisi daha ilk günden; öyle tivitlemiş. Geçmiş olsun diyoruz.


Dördüncüsü de ben oluyorum ki söze ne hacet, aman diyim bulaşmayın.


Esmer Barbie,bacağını havaya kaldırmış, ayağındaki UGG botu arabanın buğulanmış ön camına sürterek iç gıcıklayıcı sesler çıkarırken, 40 kiloluk Sarışın Sörfçü elindeki süt mısır cipsi mideye indirmekle meşgul.


Deliyiz biraz, evet deliyiz. Mesela 40 kiloluk Sarışın Sörfçünün en favori olayı 15 dakika arayla "Şimdi ne yesek?!" cümlesini dilinde döndürmesidir.


Ben arka koltukta bunları yazarken bir kez daha diyor işte...diyor ve ardından geğiriyor büyük bi hazla.


Şaşıracaksınız belki ama onun arkasından da "Bu kız sıçamayacak kadar güzel." yorumunu yapabileceğiniz Esmer Barbi osuruyor. Hayır ben kesinlikle gaz çıkarmak tabirini kullanırdım ama kendisi inatla osurduğunu öne sürüyor, itiraz edemeyeceğim.


Kendimi çok masum hissettiğim nadir anlardan birini yaşadım işte tüm bunların ardından.


Akabinde eski ekip üyesinin dedikodusu dönüyor. O kızın yerine ben geldim aralarına, 1 ay oldu olmadı işte...
Sevdim ama, gerçekten sevdim kendilerini yalan yok şimdi.
İçinde gram insan sevgisi barındırmayan, sevmeye son derece kabiliyetsiz olan ben...kendimi zorlamadan bazen böyle sürpriz şekilde sevebiliyorum birilerini...


Sevmek dedik de hani...


Seni Seviyorum Hercules ,  peki sen beni hiç özledin mi?





...


Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com








....