30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayatı Ti'ye Alın...


Force kaynağı şirketteki stajım bitmiş bulunmakta.
Kapıdan çıkmadan karşılaştığım sıradan soru : "Eee HardCandy...ne öğrendin bakalım burda çalıştığın süre boyunca?"
Son derece içten yapıştırdığım cevap : "Vallahi çok değişik şeyler öğrendim."
İçses: Anlatmaya kalksam kanalın adını skandal tv olarak değiştirmeye kalkabilirsiniz.


Tabii ki anlatmama gerek yok. Onlar neyin ne bok olduğunu o kadar iyi biliyorlar ki cevabımla birlikte kahkahalara boğulmaları bir oldu.


Neyseki yine her türlü beladan sıyrılmayı başarabilen ben, kazasız belasız çıkışımı aldım...muhtemelen gelecekte tekrar girmek üzere.


Devamlı işime gelirsek...bu aralar şirket olarak biraz sıkıntı yaşıyoruz yeni yasaların getirdiği reklam yasakları yüzünden. Ekiplerimizi dağıtıp çalışan sayısını azalttılar.


Artık 4 cadı olarak değil, birer prenses olarak devam ediyoruz herbirimiz yeni konulduğumuz mekanımızda.


İlk günümdü dün...prenses diyorum; çünkü ben öyle tatlı bir yere düştüm ki staff'ın hemen hemen hepsi üniversiteli xy kromozomlu çıtırlardan oluşuyo ve ben orda onlar için victoria's secret meleğinden farksızım.


Şımatılmanın tadını çıkarmaya çalışsam da eski ekibimi çok çok özlüyorum.


Heyy! Size dedim! Çok özlüyorum!


HardCandy

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Laki Siktik & Kent Sikiş



1 Adet salak şişko bi kızı omuzuna alıp o kalabalıkta bula bula beni bularak üstüme düşürmeye kalkan mal eski sevgili.

1 Adet hala son derece sexy ve yalnızca standın önünden geçerek bizim diğer kızların da dikkatini çekmeyi başarmış eski sevgili.

Pis iğrenç bitli rastalılar.

Tuvaletsizlik. Odada cocacola bardaklarına işemece.

Pirelenme.

Ölümüne yorgunluk.

Bunun adı Rock'n Coke.

**************************************************************

Hani çok tatlı gülüyorum diye dayanamayıp geliyorsunuz ya standa...
Soruyosunuz ya boş boş bakıp neyiniz var diye...
"Laki Siktik var, Kent Sikiş var. Hangisini istersin!?" diyesim geliyo.
Çünkü o tatlı gülümsemenin altında aslında siz orda götünüz götünüz eğlenirken o an sıcaktan ve pislikten canından bezmziş bi kız var.

*********************************************************************

Tino : Hay amına koyim ne sik bok trafik bu! Bu ne ya hanginiz cenabet! Kesin HardCandy cenabet!
Sörfçü : Yok yahu kız bu aralar o konudan muzdarip, günahını alma. Evden geliyo zaten.
Tino : Hadi lan ordan, karı yürürken boşalıyo!

Genelde kendi dünyamda yaşayan günahsız ben, kulağımdaki kulaklıkla "Saat 3-4-5 bana hiç farketmez..." falan diye takılırken meğer arabanın içinde taşak konusu olmuşum da yine haberim yok.

Neyseki sizi seviyorum. Eylül'de gidersem çok arayacaksınız siz cenabet HardCandy'nizi.

**********************************************************************

Bi de ben girişte çingenelik edip Rock'n Coke'a zeytinyağlı biber dolması soktum.Evet yaptım.Mutluyum.


Sevgiler. HardCandy.

15 Temmuz 2011 Cuma

Ütopik Adam'dan Vazgeçmek



O'na o'nu sevdiğimi söylemek neden bu kadar zor geliyo bilmiyorum.
Belki gerçek olduğu içindir.
Yalan söylemek öyle kolay ki. Gerçekten hissetmeden birine "seni seviyorum" demek kadar kolay birşey yok aslında.
Hissederek söylediğim tek kişiyse annemden başkası değil.


Yine her nasılsa, her kavgamızın sonunda olduğu gibi kendisini dünyanın en masum çocuğu, beniyse en kötü kalpli canavarı yapan bu çocuğu evet seviyorum...ve evet çocuk, küçük bi çocuk...Bal Çocuk.


Bu arada Hercules'u beklediğim onca zamanın ziyan olmasına üzüldüm. Aldığım ders : Utopik Adam'dan Vazgeçmek.


Ama henüz uygulamaya sokamadım.


Birini tanımadan hakkında çok fazla hayal kurmak, ardından tanıdığında çok fazla hayal kırıklığına sebep oluyormuş.


Burdan gitmek istiyorum. Uzak biryer mümkünse. Kamboçya bile olur mesela. Zimbabwe falan... uzak işte; bilmediğim biyer olsun. Pis olsun, korkunç olsun, yeterki uzak olsun. Güneş olsun, sıcak olsun, yatıp uyuyayım hiçbişey düşünmeden sıcak toprağın üstünde.İç organlarım ısınsın hatta üstüme vuran güneşle. Biraz kavrulup ben de tenimin rengini bikaç ton attırayım, yerlilerin arasında kamufle olayım.


Hayır Sevgilim üzünüm ama seninle bana sürekli ofisten linkini attığın mavi turlardan birine çıkmak istemiyorum.
Ben Zimbabwe'ye gidiyorum. Sen ister gel ister gelme!

14 Temmuz 2011 Perşembe

Porsche Yerine Çadır İsteyip Zor Kadın Olmak



Tuhaf şeyleri seviyorum ben. Tuhaf şeyleri seven bi adam tanımadığım için bugüne dek...bazen bu bi problem haline gelebiliyor.


"Zor bi kızsın sen Hard Candy" diyor Morpheus, onunla dertleştiğim sırada. Kendisi karşıcinsim olmasına rağmen son 6 aydır sağlam dostlarımdan biri haline geldi. Çok sık görüşemesek de herşeyi konuşabiliriz ve yardıma ihtiyacım olduğunda edemeyecek olsa dahi en azından yanımda olmaya çalışacak tatlı biridir. Morpheus'un dostluğunu hissedebilmek için yalnız maneviyatı yeterlidir.


Ama bu konuda yanıldığını düşünüyorum. Zor bi kız değilim ben...belki hoş bi kızım ama zor bi kız değilim...
Bi Porsche bi Audi falan istemiyorum, pahalı hediyeler, sürekli pohpohlanmak istemiyorum.
İstediğim yanızca çadırda kalmaktı.


"Burda kalmak istiyorum." dedim...Türkiye'de denizini-iklimini en beğendiğim bölgede şık bir camping.
Öyle camping diyince...bilindik türk insanının piknik tüplü, buzdolaplı halk tipi çadır kampları gelmesin aklınıza. İnsanları sevmeyen, olabildiğince onlardan kaçmaya çalışan bi yapım varken, asla gidip gözgöre göre o yaratıkların arasına girmem
Gitmek istediğim yer tamamen insandan uzak, sapa, denize sıfır ve son derece şık bir yer.


Ama neymiş? Tuvaleti yokmuş.Kliması yokmuş. Duşu ortakmış.
Bu ilişkide erkek olan sen misin ben miyim bazen şüphe etmiyor değilim. Hayır işte, bu kadar hanımevladı biri olmamalı benim sevgilim.
Gerektiğinde ilkel şartlara ayak uydurabilmeli. Erkek dediğin ilkel olmayı bilmeli. Hani nerde Kaptan Mağara Adamı? Nerde Fred Çakmaktaş?


Bırak tuvaleti duşu benim derdim olsun, ben kadınım.


Zaten tüm gün tuzlu suda olacağın biyer...duşunu mayonla terliğinle açık havada alsan ne olur yani? Ki ben üç gün yıkanmam bile ordan tenimdeki tuzdan kuruyup, saçlarım çitiş çitiş olmaya başlayıncaya dek.
Güzel olabilirim ama bu demek değil ki her daim iki dirhem bi çekirdek olacağım! Bırak biraz doğamıza dönelim, bikaç gün insan değil hayvan olalım ne var bunda!?


Şimdi ben mi zorum o mu zor!?


Ben de bir sabah olsun tıpkı Mutlu Tönbekici gibi dünyanın en güzel kokularıyla uyanmak isterdim. Belki orada değil ama benzer başka bir campingte.      http://haber.gazetevatan.com/Haber/260539/1/Gundem  


Bu arada gitmek istediğim yer de en az Shambala kadar güzel bir yerdir, dileyene bilgi verebilirim.


Mutlu Tönbekici ve ben gibi kadınları kategorize etmek gerekiyorsa illa...tamam kabul kolay kadın değil,ama zor kadın hiç değil...belki alternatif kadın, orijinal kadın diyebiliriz.


Ben hala oraya gitmek istiyorum. Senle ya da sensiz...gideceğim.nokta.













13 Temmuz 2011 Çarşamba

Terastaki Adam - Horni Zenci - Artiz Dilenci ve Ben



 "Ben çıkıyorum." dedim çantamı alıp...beni öpmek için öne doğru uzandı, geri çekildim. -Boşversene- bakışıydı gözlerimdeki. "Kapıyı aç." dedim ve açtığı kapıdan sıyrılıp çıktım. Arkamdan kapıyı hızla kapadığını duydum...bakmadı bile. Neden gittiğimin üstünde düşünmedi bile. Anlamadı bile. Umursamadı bile.


Ağlamamak için sıkıyordum yine suratımdaki tüm kasları. Taksi çağırmasına bile izin vermemiştim, şu kritik anlardaki -kendi başımın çaresine bakarım ben- atarıma hayranım.
Üstümde abartı olmayacak mini, şık bir elbise ve minik topuklu ayakkabılarımla o an hiç ama hiç yakışmadığım o sokakta tık tık sesleri eşliğinde yürümeye başladım.
Saat sabahın 6'sı. 
Farklı olmayarak yine kendi kendime söylenip duruyordum.


Niye yani neden yapıyorum bunu? Tip desen yok, vücut desen yok, kafa desen hiç yok, sevgi desen karşılığı yok! 10 kişi  görse 10u da bunun için mi gözyaşların-sie! der geçer diye düşündüm bi an. Sonra başımı yukarı kaldırdım. Tam karşımdaki apartmanın terasında beni izleyen adamı gördüm. "Evet..." dedim "...sen de dersin.Sen bile dersin yani.Yuh a.q. bunun için mi sıkıyosun canını!?"
Adam yürüdüğüm yol boyunca beni izledi.Onun olduğu apartmana yaklaşmıştım ki önümde bi taksi durdu.
Taksiden zenci bi adam indi.
"Boş mu?" dedim mal gibi...zenci bu, ne anlasın boş mu dolu mu.   "Ooo soğ biğtiful!" oldu onun yanıtı.
Taksiciye para vermeye çalışıyor bi yandan da beni süzüyordu.
Taksiciye sordum sonra "Boş mu?" dedim tekrar. "Boş abla boş." dedi, bindim.
Zenci açık camdan içeri doğru sarkmış hala "Soğ biğtiful!" diyip ısrarla telefon numaramı istiyordu.
"No thanks" demekten dilimde tüy bitti. İngilizce bile kibarım allah beni kahretsin. Oysa ki o "No thanks" sözcüklerim hislerime çok zıttı. Sanki adam bana lutfetti onla tanışma şansı tanıyo ulan neyine teşekkür ediyosun. Bende akıl mı kalmış. Bi yandan ağlayıp bi yandan zenciye "No thanks!" diye hönkürüyorum. Adam korktu pes etti zaten sonunda. 
"Abla numaranı vercen mi gidiym mi?" demez mi bir de taksici...
"Git!" dedim sadece. Arabayı döndürürken terastaki adamı gördüm tekrar. Hala bakıyordu. El salladım, el salladı.


Dün gecenin hikayesine gelirsek...
Ekildim.
Hem de hiç beklemediğim biri tarafından.
Önemli biri adam. Bir süredir benimle ilgileniyordu ve sonunda buluşmaya karar verdik. Üstüne atlıyormuş gibi olmamak için; "Arkadaşlarımla yemek yiyeceğim, sonra yanına gelirim" diyerek hayali bi yemek uydurdum kendime. Böylece hazırlanmak için ekstra vaktim olucaktı.


Bir süre ofiste oyalandım. Gece mesaisine kalan diğer stajyerlerle lafladım.
Sonra çıktım beşiktaşa indim. Starbucks'a girdim, başladım ondan telefon beklemeye. Bir ara mesaj attı, durumumu öğrenmek için. Sonra tekrar benden haber bekle dedi.
Bekledim.
Bekledim.
Bekledim.
Sonra bir mesaj daha : Geç oldu değil mi, erteleyelim istersen.


"Peki,tamam." dedim sadece. Özürdiledi. Kabul etmedim. Ettiğimi belirten hiç bir tepki vermedim.


Umrumda da değil açıkçası. Biraz kırıldım sadece, başlamadan bitmiş oldu benim için.


Asıl sorun o andan sonra başladı. Çünkü ben her ihtimale karşı gece eve dönmeyeceğimi, arkadaşımda kalacağımı söylemiştim evdekilere.


2 yılın sonunda aile yanına geri dönmenin tek zor yanı bu olsa gerek...dönsem annem kesin bi ton soru sorup geceyi zehir edicek sürekli yalan söyleyip kıvırmak zorunda kalıcam, strese giricem, canım sıkılıcak.


Dönmesem kimde kalıcam?


Planladığım şuydu aslında. Kalırsam onda kalırım. Beni eve bırakmayı teklif ederse karşıda bi arkadaşıma giderim.


Ama avrupa yakasındaki ihtimalleri fazlasıyla çürüttüğüm için pek fazla kapım olmadığını farkettim.


Starbucks'ta öylece kalakaldım. Yaklaşık bi saat kadar, kapanana kadar, herkes gidip de tek başıma kalana kadar oturdum.


Arasıra ben harici orada kalan tek insanı süzdüm. Birkaç masa ötede kahve eşliğinde ders çalışan çocuk.
Yine başladım kendi kendime konuşmaya.
"Sen bu geceki kurbansın farkında mısın?"
"Eğer sokakta kaldığım hissine kapılırsam az sonra duygu sömürüsü yardımıyla sana yamanıcam."
"Starbucksta ders çalışan bi adamdan seri katil çıkmaz dimi?"
"Sadece uyuyabileceğim bi yer istiyorum."


O sırada Bal Çocuk'a öyle çok vızıklandım ki...hatta sırf onunla olabilmek için orada tek başıma beklediğim gibisinden bir senaryo yazdım ki dayanamayıp "Gel." dedi.
Sakın bu adama üzülmeye kalkmayın onu kandırdığım için. Sonuna kadar hakeden biri çünkü. Bal olduğuna bakmayın, zehirlidir o...Deli Bal desek yeridir. O da yemez zaten benim sahte tatlı sözlerimi. Karşılıklı birbirimizi kandırır dururuz.
Çok düşündüm bugün canımın neden bu kadar çok acıdığını onunla ilgili. Acaba gerçekten sevdiğim için mi? Yoksa benimle olmaya bu kadar hevesliyken inatla sevgilisinden ayrılmadığı, onu bana tercih ettiği için mi?
Elle tutulur, gözle görülür bi sevgili değil onunki. Bilmiyorum belki de yoktur bile.
Biri size sürekli "Bana taşın" , "Birlikte eve çıkalım." , "Kaçalım burdan,tatile gidelim başbaşa." gibisinden laflar ediyor ama aynı zamanda sevgilisinden ayrılamayacağını söylüyorsa ne düşünürsünüz?? Ben artık hiçbişey düşünemiyorum.
Bıraktım, düşünmüyorum.


Yalnızca hafif kırık bi kalbim var şu an.


Ha tabi sabahın körü Beşiktaşa indikten sonra bana musallat olan artiz dilenci de cabası.
Elinde bir kağıt, saçmasapan bişeyler karalanmış. İngilizce başladı anlatmaya.
Ağva'da kalmış bütün eşyaları, kimliğini kaybetmiş bilmemne.
Ağva'ya geri dönmeliymiş ama yol parası yetmiyomuş.
Yaratıcı geldi ne bileyim.
Hiç İngilizce dilenen görmemiştim. Verdim bi 10TL gitti. Helali hoş olsun.




Hard Candy

27 Nisan 2011 Çarşamba

Alyan Anahtarı




 Dün gece kombimiz bozulmuştu. Servisi aradığımızda telefona çıkan adam evin içindeki herhangi bir kalorifer peteğinden bir miktar su boşaltmamız gerektiğini söyledi.


Alyan Anahtarı diye birşey varmış, bu sayede öğrendim.  http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=alyan%20anahtar%C4%B1  


Ama ben bozulan kombimizi alyan anahtarıyla düzeltmedim. Uzun uğraşlarım ve üzerimdeki naseksi pijamamla apartmanı kapı kapı gezmem tabi ki sonuç vermedi.
Oysaki tek ihtiyacım olan bir tornavidaydı.


Son çare olarak karşı apartmandaki meraklı-kedili-köpekli-biraz ilginç ama tüm bunlara rağmen iyi olduğunu düşündüğüm kadına gittim.


O kadar malımki kadının köpeği beni görüp heyecan yapınca ben de onu gördüğüm için heyecanlanmış olacağımki ; tornavidanın adını unutup kadından İngiliz Anahtarı istedim.


Bi yandan köpeği zaptetmeye çalışırken diğer yandan ağzımdan çıkan "İngiliz Anatarı"na rağmen gelecek olan aleti kafamda şekil itibariyle tornavida olarak canlandırıyordum.


Kadın elime tutuşturuverince diyemedim tabii "Ben kekin önde gideniyim.Şey aslında bu değil.Tornavida isticektim ben."


Onun yerine...


"Ya zahmet olacak ama aslında varsa bir de tornavida alsam iyi olur." diyebildim anca.


Kadın tekrar gitti ve tekrar geldiğinde nihayet doğru itema ulaşmıştık :)


Elimde bir tornavida bir de koca ingiliz anahtarıyla eve dönünce Desperate şaşırdı doğal olarak. "Bu ne la?" dedi ingilz anahtarını gösterip.


Duymazdan geldim. O tornavidayı alıp salondaki kalorifer peteğinin yanına gitti. Bense mallığımın hediyesi ingiliz anahtarımla mutfaktaki peteğin başına.


Umutlu değildim açıkçası. Hani anaokulunda miniminnacık çocukların eline şekilli boşlukları olan bi tahta ve onların içine uyacak üçgendi yıldızdı kareydi şekillerini verirler ya...


Benimki de o hesap...İngiliz anahtarının ucuna baktım. Sonra kalorifer peteğinin sağ yanındaki şekle baktım. Dedim "Ben bunla burayı tutarım."


Tutarım tutmasına...hatta tuttum da...sonra ne yapacağımı bilmediğimden olsa gerek saçmasalak oynarken bi anda her yer simsiyah bi suyla yıkanmaya başladı. Su öyle bi tazyikle boşalıyoduki mutfağın yarısı battı.


Desperate benim çığlıklarıma koşarak gelmişti.


Olay doğruydu. Evet benim oradan su çıkarıp 3.0 olan barı 1.5'e indirmem gerekiyordu. Ama yanlış olan bişeyler de vardı hani o an sanki. 
Üstümün başımın batmasına mı yanayım, barın düşmesi gerekenden fazla düşüşüne mi, mutfağı basan suyu nasıl temizleyeceğimize mi yoksa orda ıslak pijamam, saçlarım ve elimde ingiliz anahtarımla son derece seksiyken hayatıma girip çıkan tüm adamların bu manzarayı kaçırışına mı!


Sonuç olarak kombiyi düzelttim. Soyundum. Mutfağı temizledim. Ve hala yalnızım.


Sevgiler...


                 HardCandy



...

21 Nisan 2011 Perşembe

Biscolatacı








Çişim var ama yapmıyorum, tutuyorum neden bilmiyorum.


Yarın sabah 9.00'da en zor dersimin vizesi var. Hoş, benim için bütün dersler zor. Ama çalışmıyorum, neden bak bunu da bilmiyorum. Öyle çok zengin falan değilim, ayrıca yaz okuluna da zam gelmiş; ders başı 2000tl. Galiba artık acı da olsa iş değiştirmeliyim. Cinsel hayatımı sektör haline getirmenin esprisi bile iğrenç. 


Şu an ondan daha iğrenciyse yarınki vizenin önümde duran sayfalar dolusu notları ve bacağımla aynı kalınlıktaki kitabı.


Mutsuzum.


Adamın biri paso beni arıyor...günde en aşağı 5 kez. 


İnanılmaz taş, bak ona lafım yok. Biscolatacı diyorum ona hatta.


Şu an çok ruhsuzum farkettiniz mi?


Biscolatacıyı anlatiym ben yine de...


Bir varmış bir yokmuş...aslında hiçbi skim yokmuş.


Desperate Housewife'la çok bunaldığımız, yaklaşık üç gündür falan duş bile almadan eve kapandığımız bir gün hadi dedik üzerimize saçmasapan ne bulursak geçirelim dışarı yemeğe gidelim.


Gittik efendim...ciddi ciddi o halde gittik. Hani saçımızdan yağ damlayacakcasına pis haldeyken, bunalımlardayken...hem de belamızı arar gibi Caddeye inip Kırıntı'ya gittik.


Garsona kuytularda bi masa istediğimizi söyledik, bahanemiz havanın soğuk oluşuydu ama işin aslı o halde çok fazla göz önünde olmak istemeyişimizdi.


Menüleri elimize alıp dakikalarca baktık, baktık ve baktık...o an herşeyi yemek istiyordum, pek çok siparişten önce yaşadığım travmatik moda girmiştim. Garson tepemde sipariş için bekledikçe daha çok strese giriyor herşeyi söylemek istiyodum. Bir ara başımı menüden kaldırıp etrafa bakar gibi oldum...


Desperate'ın iki arka masasında karşılıklı oturan iki genç adam vardı. Biri sarışın, diğeri esmer. Sarışın olan bana dönük oturuyordu.Esmerinse arkası dönüktü ama o an her nasılsa aniden bize dönüp benim o tarafa olan o son derece anlamsız bakışlarımı yakalamayı başardı.


Daha sonra bunu kendisi "Bana bakıyordun." olarak dile getirdiyse de...Hayır, efendim bakmıyordum ben sana. Pistim bikere ben o sırada. O kadar pisken kimseye bakmam, haddimi bilirim.


Utanıp başımı elimdeki menüye geri gömdüm o bakıştan sonra zaten. İçimden söylenmeye başladım. 
-Çocuk taş olsaymış.Hep zaten böyle iğrenç şekilde çıktığımda denk getir bunları tamam mı tanrım!?Niye bakıyoki acaba...acaba hala bakılır bi yanım olabilir mi? Belki de ışık loş olduğundan saçımın ne derece kirli olduğunu ya da suratımda gram makyaj olmadığını farketmemiştir olabilir mi? Hayır, tabiki olamaz. Niye bakıyor olcak; tepemizdeki garsondan hesap istemek için.


Gerçekten de garsondan hesabı alıp birkaç dakika içinde ortadan kayboldular. Eeeeh kader kısmet böyle işler. Ben de bu taş adamın ardından önüme gelen yemeğime saldırıp bikaç dakika içinde tamamen hafızamdan silmiştim onu farkında olmadan.


Taa ki... saatler saatler sonra eve gelip Facebook'u açana dek.


İki yeni mesaj: Biri...of bu birinin ismini vermeyi çok isityorum ama olur olur es kaza ortaya çıkar onu burada yazdığım sonra başıma bela alırım. Fatmagül'ün suçu ne diyip susayım sadece en iyisi. Neyse işte biri o...onun da sırası gelecek, fazla kaşınıyo bu ara.


Diğeriyse...olay mesajımız : "Yaa bilemedim ama... sen bu akşam Kırıntı'da mıydın?"


Olay mesajın olay sorusu : Biscolatacı beni nasıl buldu? Facebook alemindeki tüm kumral Türk kızlarının profil fotoğraflarını yaklaşık 5 saat içinde tarayarak?
Hadi onu geçtim...O kısmı gerçekten komik de...daha da önemlisi : Beni o halde beğenmeyi nasıl ama nasıl başardı?? Saadettin Teksoy olsa bu konunun üzerine gidebilirdi ciddi ciddi. İnanmazsınız şimdi abartıyosun dersiniz ama vallahi o boyuttaydı salaşlığım pisliğim. Radyasyon yaymaya yakındım. Nadiren böyle 5-6 ayda bi olurum ben.


Şu an ders notlarım beni çağırıyor...maalesef ateş değil...ders notlarım. Bana en yakını şu an Ataşehir'de olan alevde ızgara değil, steakhouse - bigking falan değil hayır...ders notlarım.


Biscolatacı'nın beni nasıl bulduğu yarına kalsın. Ama ben bi yemeksepeti.com yapiym en iyisi.


...hoş bu dudakla hamburgeri nasıl yemeyi düşünüyorsam :S:S:S işte bunu tamamen unutmuşum.








Bu arada hayır Hercules'ü unutmadım, o hala her an aklımda.


...