30 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayatı Ti'ye Alın...


Force kaynağı şirketteki stajım bitmiş bulunmakta.
Kapıdan çıkmadan karşılaştığım sıradan soru : "Eee HardCandy...ne öğrendin bakalım burda çalıştığın süre boyunca?"
Son derece içten yapıştırdığım cevap : "Vallahi çok değişik şeyler öğrendim."
İçses: Anlatmaya kalksam kanalın adını skandal tv olarak değiştirmeye kalkabilirsiniz.


Tabii ki anlatmama gerek yok. Onlar neyin ne bok olduğunu o kadar iyi biliyorlar ki cevabımla birlikte kahkahalara boğulmaları bir oldu.


Neyseki yine her türlü beladan sıyrılmayı başarabilen ben, kazasız belasız çıkışımı aldım...muhtemelen gelecekte tekrar girmek üzere.


Devamlı işime gelirsek...bu aralar şirket olarak biraz sıkıntı yaşıyoruz yeni yasaların getirdiği reklam yasakları yüzünden. Ekiplerimizi dağıtıp çalışan sayısını azalttılar.


Artık 4 cadı olarak değil, birer prenses olarak devam ediyoruz herbirimiz yeni konulduğumuz mekanımızda.


İlk günümdü dün...prenses diyorum; çünkü ben öyle tatlı bir yere düştüm ki staff'ın hemen hemen hepsi üniversiteli xy kromozomlu çıtırlardan oluşuyo ve ben orda onlar için victoria's secret meleğinden farksızım.


Şımatılmanın tadını çıkarmaya çalışsam da eski ekibimi çok çok özlüyorum.


Heyy! Size dedim! Çok özlüyorum!


HardCandy

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Laki Siktik & Kent Sikiş



1 Adet salak şişko bi kızı omuzuna alıp o kalabalıkta bula bula beni bularak üstüme düşürmeye kalkan mal eski sevgili.

1 Adet hala son derece sexy ve yalnızca standın önünden geçerek bizim diğer kızların da dikkatini çekmeyi başarmış eski sevgili.

Pis iğrenç bitli rastalılar.

Tuvaletsizlik. Odada cocacola bardaklarına işemece.

Pirelenme.

Ölümüne yorgunluk.

Bunun adı Rock'n Coke.

**************************************************************

Hani çok tatlı gülüyorum diye dayanamayıp geliyorsunuz ya standa...
Soruyosunuz ya boş boş bakıp neyiniz var diye...
"Laki Siktik var, Kent Sikiş var. Hangisini istersin!?" diyesim geliyo.
Çünkü o tatlı gülümsemenin altında aslında siz orda götünüz götünüz eğlenirken o an sıcaktan ve pislikten canından bezmziş bi kız var.

*********************************************************************

Tino : Hay amına koyim ne sik bok trafik bu! Bu ne ya hanginiz cenabet! Kesin HardCandy cenabet!
Sörfçü : Yok yahu kız bu aralar o konudan muzdarip, günahını alma. Evden geliyo zaten.
Tino : Hadi lan ordan, karı yürürken boşalıyo!

Genelde kendi dünyamda yaşayan günahsız ben, kulağımdaki kulaklıkla "Saat 3-4-5 bana hiç farketmez..." falan diye takılırken meğer arabanın içinde taşak konusu olmuşum da yine haberim yok.

Neyseki sizi seviyorum. Eylül'de gidersem çok arayacaksınız siz cenabet HardCandy'nizi.

**********************************************************************

Bi de ben girişte çingenelik edip Rock'n Coke'a zeytinyağlı biber dolması soktum.Evet yaptım.Mutluyum.


Sevgiler. HardCandy.

15 Temmuz 2011 Cuma

Ütopik Adam'dan Vazgeçmek



O'na o'nu sevdiğimi söylemek neden bu kadar zor geliyo bilmiyorum.
Belki gerçek olduğu içindir.
Yalan söylemek öyle kolay ki. Gerçekten hissetmeden birine "seni seviyorum" demek kadar kolay birşey yok aslında.
Hissederek söylediğim tek kişiyse annemden başkası değil.


Yine her nasılsa, her kavgamızın sonunda olduğu gibi kendisini dünyanın en masum çocuğu, beniyse en kötü kalpli canavarı yapan bu çocuğu evet seviyorum...ve evet çocuk, küçük bi çocuk...Bal Çocuk.


Bu arada Hercules'u beklediğim onca zamanın ziyan olmasına üzüldüm. Aldığım ders : Utopik Adam'dan Vazgeçmek.


Ama henüz uygulamaya sokamadım.


Birini tanımadan hakkında çok fazla hayal kurmak, ardından tanıdığında çok fazla hayal kırıklığına sebep oluyormuş.


Burdan gitmek istiyorum. Uzak biryer mümkünse. Kamboçya bile olur mesela. Zimbabwe falan... uzak işte; bilmediğim biyer olsun. Pis olsun, korkunç olsun, yeterki uzak olsun. Güneş olsun, sıcak olsun, yatıp uyuyayım hiçbişey düşünmeden sıcak toprağın üstünde.İç organlarım ısınsın hatta üstüme vuran güneşle. Biraz kavrulup ben de tenimin rengini bikaç ton attırayım, yerlilerin arasında kamufle olayım.


Hayır Sevgilim üzünüm ama seninle bana sürekli ofisten linkini attığın mavi turlardan birine çıkmak istemiyorum.
Ben Zimbabwe'ye gidiyorum. Sen ister gel ister gelme!

14 Temmuz 2011 Perşembe

Porsche Yerine Çadır İsteyip Zor Kadın Olmak



Tuhaf şeyleri seviyorum ben. Tuhaf şeyleri seven bi adam tanımadığım için bugüne dek...bazen bu bi problem haline gelebiliyor.


"Zor bi kızsın sen Hard Candy" diyor Morpheus, onunla dertleştiğim sırada. Kendisi karşıcinsim olmasına rağmen son 6 aydır sağlam dostlarımdan biri haline geldi. Çok sık görüşemesek de herşeyi konuşabiliriz ve yardıma ihtiyacım olduğunda edemeyecek olsa dahi en azından yanımda olmaya çalışacak tatlı biridir. Morpheus'un dostluğunu hissedebilmek için yalnız maneviyatı yeterlidir.


Ama bu konuda yanıldığını düşünüyorum. Zor bi kız değilim ben...belki hoş bi kızım ama zor bi kız değilim...
Bi Porsche bi Audi falan istemiyorum, pahalı hediyeler, sürekli pohpohlanmak istemiyorum.
İstediğim yanızca çadırda kalmaktı.


"Burda kalmak istiyorum." dedim...Türkiye'de denizini-iklimini en beğendiğim bölgede şık bir camping.
Öyle camping diyince...bilindik türk insanının piknik tüplü, buzdolaplı halk tipi çadır kampları gelmesin aklınıza. İnsanları sevmeyen, olabildiğince onlardan kaçmaya çalışan bi yapım varken, asla gidip gözgöre göre o yaratıkların arasına girmem
Gitmek istediğim yer tamamen insandan uzak, sapa, denize sıfır ve son derece şık bir yer.


Ama neymiş? Tuvaleti yokmuş.Kliması yokmuş. Duşu ortakmış.
Bu ilişkide erkek olan sen misin ben miyim bazen şüphe etmiyor değilim. Hayır işte, bu kadar hanımevladı biri olmamalı benim sevgilim.
Gerektiğinde ilkel şartlara ayak uydurabilmeli. Erkek dediğin ilkel olmayı bilmeli. Hani nerde Kaptan Mağara Adamı? Nerde Fred Çakmaktaş?


Bırak tuvaleti duşu benim derdim olsun, ben kadınım.


Zaten tüm gün tuzlu suda olacağın biyer...duşunu mayonla terliğinle açık havada alsan ne olur yani? Ki ben üç gün yıkanmam bile ordan tenimdeki tuzdan kuruyup, saçlarım çitiş çitiş olmaya başlayıncaya dek.
Güzel olabilirim ama bu demek değil ki her daim iki dirhem bi çekirdek olacağım! Bırak biraz doğamıza dönelim, bikaç gün insan değil hayvan olalım ne var bunda!?


Şimdi ben mi zorum o mu zor!?


Ben de bir sabah olsun tıpkı Mutlu Tönbekici gibi dünyanın en güzel kokularıyla uyanmak isterdim. Belki orada değil ama benzer başka bir campingte.      http://haber.gazetevatan.com/Haber/260539/1/Gundem  


Bu arada gitmek istediğim yer de en az Shambala kadar güzel bir yerdir, dileyene bilgi verebilirim.


Mutlu Tönbekici ve ben gibi kadınları kategorize etmek gerekiyorsa illa...tamam kabul kolay kadın değil,ama zor kadın hiç değil...belki alternatif kadın, orijinal kadın diyebiliriz.


Ben hala oraya gitmek istiyorum. Senle ya da sensiz...gideceğim.nokta.













13 Temmuz 2011 Çarşamba

Terastaki Adam - Horni Zenci - Artiz Dilenci ve Ben



 "Ben çıkıyorum." dedim çantamı alıp...beni öpmek için öne doğru uzandı, geri çekildim. -Boşversene- bakışıydı gözlerimdeki. "Kapıyı aç." dedim ve açtığı kapıdan sıyrılıp çıktım. Arkamdan kapıyı hızla kapadığını duydum...bakmadı bile. Neden gittiğimin üstünde düşünmedi bile. Anlamadı bile. Umursamadı bile.


Ağlamamak için sıkıyordum yine suratımdaki tüm kasları. Taksi çağırmasına bile izin vermemiştim, şu kritik anlardaki -kendi başımın çaresine bakarım ben- atarıma hayranım.
Üstümde abartı olmayacak mini, şık bir elbise ve minik topuklu ayakkabılarımla o an hiç ama hiç yakışmadığım o sokakta tık tık sesleri eşliğinde yürümeye başladım.
Saat sabahın 6'sı. 
Farklı olmayarak yine kendi kendime söylenip duruyordum.


Niye yani neden yapıyorum bunu? Tip desen yok, vücut desen yok, kafa desen hiç yok, sevgi desen karşılığı yok! 10 kişi  görse 10u da bunun için mi gözyaşların-sie! der geçer diye düşündüm bi an. Sonra başımı yukarı kaldırdım. Tam karşımdaki apartmanın terasında beni izleyen adamı gördüm. "Evet..." dedim "...sen de dersin.Sen bile dersin yani.Yuh a.q. bunun için mi sıkıyosun canını!?"
Adam yürüdüğüm yol boyunca beni izledi.Onun olduğu apartmana yaklaşmıştım ki önümde bi taksi durdu.
Taksiden zenci bi adam indi.
"Boş mu?" dedim mal gibi...zenci bu, ne anlasın boş mu dolu mu.   "Ooo soğ biğtiful!" oldu onun yanıtı.
Taksiciye para vermeye çalışıyor bi yandan da beni süzüyordu.
Taksiciye sordum sonra "Boş mu?" dedim tekrar. "Boş abla boş." dedi, bindim.
Zenci açık camdan içeri doğru sarkmış hala "Soğ biğtiful!" diyip ısrarla telefon numaramı istiyordu.
"No thanks" demekten dilimde tüy bitti. İngilizce bile kibarım allah beni kahretsin. Oysa ki o "No thanks" sözcüklerim hislerime çok zıttı. Sanki adam bana lutfetti onla tanışma şansı tanıyo ulan neyine teşekkür ediyosun. Bende akıl mı kalmış. Bi yandan ağlayıp bi yandan zenciye "No thanks!" diye hönkürüyorum. Adam korktu pes etti zaten sonunda. 
"Abla numaranı vercen mi gidiym mi?" demez mi bir de taksici...
"Git!" dedim sadece. Arabayı döndürürken terastaki adamı gördüm tekrar. Hala bakıyordu. El salladım, el salladı.


Dün gecenin hikayesine gelirsek...
Ekildim.
Hem de hiç beklemediğim biri tarafından.
Önemli biri adam. Bir süredir benimle ilgileniyordu ve sonunda buluşmaya karar verdik. Üstüne atlıyormuş gibi olmamak için; "Arkadaşlarımla yemek yiyeceğim, sonra yanına gelirim" diyerek hayali bi yemek uydurdum kendime. Böylece hazırlanmak için ekstra vaktim olucaktı.


Bir süre ofiste oyalandım. Gece mesaisine kalan diğer stajyerlerle lafladım.
Sonra çıktım beşiktaşa indim. Starbucks'a girdim, başladım ondan telefon beklemeye. Bir ara mesaj attı, durumumu öğrenmek için. Sonra tekrar benden haber bekle dedi.
Bekledim.
Bekledim.
Bekledim.
Sonra bir mesaj daha : Geç oldu değil mi, erteleyelim istersen.


"Peki,tamam." dedim sadece. Özürdiledi. Kabul etmedim. Ettiğimi belirten hiç bir tepki vermedim.


Umrumda da değil açıkçası. Biraz kırıldım sadece, başlamadan bitmiş oldu benim için.


Asıl sorun o andan sonra başladı. Çünkü ben her ihtimale karşı gece eve dönmeyeceğimi, arkadaşımda kalacağımı söylemiştim evdekilere.


2 yılın sonunda aile yanına geri dönmenin tek zor yanı bu olsa gerek...dönsem annem kesin bi ton soru sorup geceyi zehir edicek sürekli yalan söyleyip kıvırmak zorunda kalıcam, strese giricem, canım sıkılıcak.


Dönmesem kimde kalıcam?


Planladığım şuydu aslında. Kalırsam onda kalırım. Beni eve bırakmayı teklif ederse karşıda bi arkadaşıma giderim.


Ama avrupa yakasındaki ihtimalleri fazlasıyla çürüttüğüm için pek fazla kapım olmadığını farkettim.


Starbucks'ta öylece kalakaldım. Yaklaşık bi saat kadar, kapanana kadar, herkes gidip de tek başıma kalana kadar oturdum.


Arasıra ben harici orada kalan tek insanı süzdüm. Birkaç masa ötede kahve eşliğinde ders çalışan çocuk.
Yine başladım kendi kendime konuşmaya.
"Sen bu geceki kurbansın farkında mısın?"
"Eğer sokakta kaldığım hissine kapılırsam az sonra duygu sömürüsü yardımıyla sana yamanıcam."
"Starbucksta ders çalışan bi adamdan seri katil çıkmaz dimi?"
"Sadece uyuyabileceğim bi yer istiyorum."


O sırada Bal Çocuk'a öyle çok vızıklandım ki...hatta sırf onunla olabilmek için orada tek başıma beklediğim gibisinden bir senaryo yazdım ki dayanamayıp "Gel." dedi.
Sakın bu adama üzülmeye kalkmayın onu kandırdığım için. Sonuna kadar hakeden biri çünkü. Bal olduğuna bakmayın, zehirlidir o...Deli Bal desek yeridir. O da yemez zaten benim sahte tatlı sözlerimi. Karşılıklı birbirimizi kandırır dururuz.
Çok düşündüm bugün canımın neden bu kadar çok acıdığını onunla ilgili. Acaba gerçekten sevdiğim için mi? Yoksa benimle olmaya bu kadar hevesliyken inatla sevgilisinden ayrılmadığı, onu bana tercih ettiği için mi?
Elle tutulur, gözle görülür bi sevgili değil onunki. Bilmiyorum belki de yoktur bile.
Biri size sürekli "Bana taşın" , "Birlikte eve çıkalım." , "Kaçalım burdan,tatile gidelim başbaşa." gibisinden laflar ediyor ama aynı zamanda sevgilisinden ayrılamayacağını söylüyorsa ne düşünürsünüz?? Ben artık hiçbişey düşünemiyorum.
Bıraktım, düşünmüyorum.


Yalnızca hafif kırık bi kalbim var şu an.


Ha tabi sabahın körü Beşiktaşa indikten sonra bana musallat olan artiz dilenci de cabası.
Elinde bir kağıt, saçmasapan bişeyler karalanmış. İngilizce başladı anlatmaya.
Ağva'da kalmış bütün eşyaları, kimliğini kaybetmiş bilmemne.
Ağva'ya geri dönmeliymiş ama yol parası yetmiyomuş.
Yaratıcı geldi ne bileyim.
Hiç İngilizce dilenen görmemiştim. Verdim bi 10TL gitti. Helali hoş olsun.




Hard Candy

27 Nisan 2011 Çarşamba

Alyan Anahtarı




 Dün gece kombimiz bozulmuştu. Servisi aradığımızda telefona çıkan adam evin içindeki herhangi bir kalorifer peteğinden bir miktar su boşaltmamız gerektiğini söyledi.


Alyan Anahtarı diye birşey varmış, bu sayede öğrendim.  http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=alyan%20anahtar%C4%B1  


Ama ben bozulan kombimizi alyan anahtarıyla düzeltmedim. Uzun uğraşlarım ve üzerimdeki naseksi pijamamla apartmanı kapı kapı gezmem tabi ki sonuç vermedi.
Oysaki tek ihtiyacım olan bir tornavidaydı.


Son çare olarak karşı apartmandaki meraklı-kedili-köpekli-biraz ilginç ama tüm bunlara rağmen iyi olduğunu düşündüğüm kadına gittim.


O kadar malımki kadının köpeği beni görüp heyecan yapınca ben de onu gördüğüm için heyecanlanmış olacağımki ; tornavidanın adını unutup kadından İngiliz Anahtarı istedim.


Bi yandan köpeği zaptetmeye çalışırken diğer yandan ağzımdan çıkan "İngiliz Anatarı"na rağmen gelecek olan aleti kafamda şekil itibariyle tornavida olarak canlandırıyordum.


Kadın elime tutuşturuverince diyemedim tabii "Ben kekin önde gideniyim.Şey aslında bu değil.Tornavida isticektim ben."


Onun yerine...


"Ya zahmet olacak ama aslında varsa bir de tornavida alsam iyi olur." diyebildim anca.


Kadın tekrar gitti ve tekrar geldiğinde nihayet doğru itema ulaşmıştık :)


Elimde bir tornavida bir de koca ingiliz anahtarıyla eve dönünce Desperate şaşırdı doğal olarak. "Bu ne la?" dedi ingilz anahtarını gösterip.


Duymazdan geldim. O tornavidayı alıp salondaki kalorifer peteğinin yanına gitti. Bense mallığımın hediyesi ingiliz anahtarımla mutfaktaki peteğin başına.


Umutlu değildim açıkçası. Hani anaokulunda miniminnacık çocukların eline şekilli boşlukları olan bi tahta ve onların içine uyacak üçgendi yıldızdı kareydi şekillerini verirler ya...


Benimki de o hesap...İngiliz anahtarının ucuna baktım. Sonra kalorifer peteğinin sağ yanındaki şekle baktım. Dedim "Ben bunla burayı tutarım."


Tutarım tutmasına...hatta tuttum da...sonra ne yapacağımı bilmediğimden olsa gerek saçmasalak oynarken bi anda her yer simsiyah bi suyla yıkanmaya başladı. Su öyle bi tazyikle boşalıyoduki mutfağın yarısı battı.


Desperate benim çığlıklarıma koşarak gelmişti.


Olay doğruydu. Evet benim oradan su çıkarıp 3.0 olan barı 1.5'e indirmem gerekiyordu. Ama yanlış olan bişeyler de vardı hani o an sanki. 
Üstümün başımın batmasına mı yanayım, barın düşmesi gerekenden fazla düşüşüne mi, mutfağı basan suyu nasıl temizleyeceğimize mi yoksa orda ıslak pijamam, saçlarım ve elimde ingiliz anahtarımla son derece seksiyken hayatıma girip çıkan tüm adamların bu manzarayı kaçırışına mı!


Sonuç olarak kombiyi düzelttim. Soyundum. Mutfağı temizledim. Ve hala yalnızım.


Sevgiler...


                 HardCandy



...

21 Nisan 2011 Perşembe

Biscolatacı








Çişim var ama yapmıyorum, tutuyorum neden bilmiyorum.


Yarın sabah 9.00'da en zor dersimin vizesi var. Hoş, benim için bütün dersler zor. Ama çalışmıyorum, neden bak bunu da bilmiyorum. Öyle çok zengin falan değilim, ayrıca yaz okuluna da zam gelmiş; ders başı 2000tl. Galiba artık acı da olsa iş değiştirmeliyim. Cinsel hayatımı sektör haline getirmenin esprisi bile iğrenç. 


Şu an ondan daha iğrenciyse yarınki vizenin önümde duran sayfalar dolusu notları ve bacağımla aynı kalınlıktaki kitabı.


Mutsuzum.


Adamın biri paso beni arıyor...günde en aşağı 5 kez. 


İnanılmaz taş, bak ona lafım yok. Biscolatacı diyorum ona hatta.


Şu an çok ruhsuzum farkettiniz mi?


Biscolatacıyı anlatiym ben yine de...


Bir varmış bir yokmuş...aslında hiçbi skim yokmuş.


Desperate Housewife'la çok bunaldığımız, yaklaşık üç gündür falan duş bile almadan eve kapandığımız bir gün hadi dedik üzerimize saçmasapan ne bulursak geçirelim dışarı yemeğe gidelim.


Gittik efendim...ciddi ciddi o halde gittik. Hani saçımızdan yağ damlayacakcasına pis haldeyken, bunalımlardayken...hem de belamızı arar gibi Caddeye inip Kırıntı'ya gittik.


Garsona kuytularda bi masa istediğimizi söyledik, bahanemiz havanın soğuk oluşuydu ama işin aslı o halde çok fazla göz önünde olmak istemeyişimizdi.


Menüleri elimize alıp dakikalarca baktık, baktık ve baktık...o an herşeyi yemek istiyordum, pek çok siparişten önce yaşadığım travmatik moda girmiştim. Garson tepemde sipariş için bekledikçe daha çok strese giriyor herşeyi söylemek istiyodum. Bir ara başımı menüden kaldırıp etrafa bakar gibi oldum...


Desperate'ın iki arka masasında karşılıklı oturan iki genç adam vardı. Biri sarışın, diğeri esmer. Sarışın olan bana dönük oturuyordu.Esmerinse arkası dönüktü ama o an her nasılsa aniden bize dönüp benim o tarafa olan o son derece anlamsız bakışlarımı yakalamayı başardı.


Daha sonra bunu kendisi "Bana bakıyordun." olarak dile getirdiyse de...Hayır, efendim bakmıyordum ben sana. Pistim bikere ben o sırada. O kadar pisken kimseye bakmam, haddimi bilirim.


Utanıp başımı elimdeki menüye geri gömdüm o bakıştan sonra zaten. İçimden söylenmeye başladım. 
-Çocuk taş olsaymış.Hep zaten böyle iğrenç şekilde çıktığımda denk getir bunları tamam mı tanrım!?Niye bakıyoki acaba...acaba hala bakılır bi yanım olabilir mi? Belki de ışık loş olduğundan saçımın ne derece kirli olduğunu ya da suratımda gram makyaj olmadığını farketmemiştir olabilir mi? Hayır, tabiki olamaz. Niye bakıyor olcak; tepemizdeki garsondan hesap istemek için.


Gerçekten de garsondan hesabı alıp birkaç dakika içinde ortadan kayboldular. Eeeeh kader kısmet böyle işler. Ben de bu taş adamın ardından önüme gelen yemeğime saldırıp bikaç dakika içinde tamamen hafızamdan silmiştim onu farkında olmadan.


Taa ki... saatler saatler sonra eve gelip Facebook'u açana dek.


İki yeni mesaj: Biri...of bu birinin ismini vermeyi çok isityorum ama olur olur es kaza ortaya çıkar onu burada yazdığım sonra başıma bela alırım. Fatmagül'ün suçu ne diyip susayım sadece en iyisi. Neyse işte biri o...onun da sırası gelecek, fazla kaşınıyo bu ara.


Diğeriyse...olay mesajımız : "Yaa bilemedim ama... sen bu akşam Kırıntı'da mıydın?"


Olay mesajın olay sorusu : Biscolatacı beni nasıl buldu? Facebook alemindeki tüm kumral Türk kızlarının profil fotoğraflarını yaklaşık 5 saat içinde tarayarak?
Hadi onu geçtim...O kısmı gerçekten komik de...daha da önemlisi : Beni o halde beğenmeyi nasıl ama nasıl başardı?? Saadettin Teksoy olsa bu konunun üzerine gidebilirdi ciddi ciddi. İnanmazsınız şimdi abartıyosun dersiniz ama vallahi o boyuttaydı salaşlığım pisliğim. Radyasyon yaymaya yakındım. Nadiren böyle 5-6 ayda bi olurum ben.


Şu an ders notlarım beni çağırıyor...maalesef ateş değil...ders notlarım. Bana en yakını şu an Ataşehir'de olan alevde ızgara değil, steakhouse - bigking falan değil hayır...ders notlarım.


Biscolatacı'nın beni nasıl bulduğu yarına kalsın. Ama ben bi yemeksepeti.com yapiym en iyisi.


...hoş bu dudakla hamburgeri nasıl yemeyi düşünüyorsam :S:S:S işte bunu tamamen unutmuşum.








Bu arada hayır Hercules'ü unutmadım, o hala her an aklımda.


...

11 Nisan 2011 Pazartesi

Boktan Sabah


Bokunu yuvarlayan Bok Böcee! (E'ler açık)



Evet son derece bok bi sabah yaşadım. İçime de doğdu böyle olacağı ama engel olamadım.


Mr.Eleven'la kardeş kardeş uyuduğumuz bir gecenin sabahıydı. Telefonumun alarmı çalınca kalkıp giyinmeye başladım, derse gitmem gerekiyordu.


Nedense bir türlü evden çıkasım gelmedi ama. Üstüme giydiklerimi on defa değiştirdim, odama defalarca girip çıktım falan.


Böyle içimde on gündür sıçamıyormuşum gibi bi huzursuzluk. Gidip gelip prenses yatağımda öküz gibi uyuyan Mr.Eleven'a bakıyorum. Onu orda bırakıp çıkmak istemiyorum falan evden... ben çıkıyosam o da çıksın yatmasın, kalmasın, gitsin falan işte...


Bi yandan aklıma Hercules'e neredeyse bir haftadır hergün yazdığım ve başucumdaki çekmecemde duran kurabiye kutusuna attığım mektuplar geliyor.


Daha önce de Mr.Eleven'ı orda o mektuplarla arasında santimlik destinasyonlarla bıraktım ama hiç böyle bir hzursuzluk kaplamamıştı içimi.


Belki de bu sabah o çekmeceyi açıp içinden orkidimi aldığım için, o sırada bir çakal refleksiyle gözlerini açarak bana son derece antipatik gelen ukala bakışlarını attığı içindir...ki gözleri güzeldir yani. Hatırlarım da bundan üç sene kadar önce ilk çıkmaya başladığımız aylarda "Güzel gözlü sevgilim" derdim yani ona, demişliğim vardır. Nasıl yapmışsam öyle bir hata...


Herneyse...ık mık bok püsür diye içimde bir savaş verirken Hercules'e ilan-ı aşk mektuplarımı da, hemen yanıbaşında prenses yatağımda uyur gibi yapan Mr.Eleven'ı da bırakıp çıktım evden.


Derse yetişmem gereken nadir günlerden çünkü...elimden birşey gelmiyor.


Koştur koştur okulun kapısına varmama ramak kalmış...kulaklığını kulağıma henüz geçirdiğim telefonum zımbır zımbır çalmakta.


Ekranda görünen numara Mr.Eleven'a ait. Kayıtlı da değil yalnız. Yıllardır öyle beynime kazınmış öyle kaçamamışım ki o numaradan, kaydetme gereği bile duymamışım sonrasında.


Sıçtığım andır dedim içimden. Suratım bi bütün limonu yemişcesine buruştu. Duyabileceğimin her türlüsüne kendimi hazırlamaya çalışıp "Yes" tuşuna bastım.


-Allah belanı versin!
+(peki versin) ne oldu ki?    


Safa yatıyorum yine inanılmaz pişkin inanılmaz yüzsüzüm.


-Allah belanı versiiiiiiiinnn!!!!
+Tamam ama ne oldu ki şimdi yani?


Allah beni nası biliyosa öyle yapsın vallahi çok fake attım ben bile yemedim bu halimi. Bendeki panik dört nala o an. Ne desem de sinirini minimuma indirsem diye düşünüyorum bulamıyorum. Ben tek kelime daha edemeden...


-Sen nesin ya sen nasıl bişeysin bu mektuplar ne!


...diye hönkürüyor.


O sırada içimden keşke buraya kadar yürümeden önce arasaydın şimdi boşuna geldim, geri yürüyeceğim, yorulacağım falan diye düşünüyorum mal mal. Tabi bunu söylesem beni bi kaşık suda boğar.Telefon yüzüme kapanıyor zaten suskunluğumda. Birkaç kez arıyorum meşgule veriyor. Hayır açsa ne dicem çok merak ediyorum, ne diye arıyorsam.


Adam bana aşık, başkasına yazdığım mektupları bulmuş "Allah belanı versin" falan modunda, ben hala atacağım iki adımın derdindeyim. Taksiye mi binsem napsam diyorum bu sefer. Sonra yok diyorum bi de iki metre yol için taksiciden küfür yemek istemiyorum sabah sabah.


Bu sefer aklıma mektuplarıma zarar verirp vermeyeceği geliyor. Ben olsam ve öyle birşey bulsam sinirimden yırtardım çünkü, anında paramparça ederdim bidaha sittin sene birleştirilemezdi o parçalar; bilimadamları bile çözemezdi o mektupta ne yazıyor. Daha bir gaz veriyorum ayaklarıma, koştur koştur gidiyorum çünkü mektuplar benim için önemli. Birgün Hercules'e vermeyecek bile olsam ben yazılı olan herşeye her hatıraya değer veririm, çöpümü atsalar kıyamet kopar.


Tam sokağa giriyorum, arabayla fırlıyor karşıma. Son gaz bana doğru geliyor. Tam önüne geçiyorum durması için. Ben olsam durmam ezerim yalnız ımına kodumun tırıspısı üç haftadır ayakta uyutuyo beni demek başkasına aşık olduğu için vermiyomuş falan diyip...


Mr.Eleven insaflı çıkıyor. Tahminimce birlikte geçen onca anımızın hatrına ezmiyor beni.


Benim için hala aynı. Bir insan size obsesif derecede aşıkken onu hiç kardeşiniz gibi gördüğünüz, canınız ciğeriniz biriymiş gibi hissettiğiniz oldu mu.


Üzülünce içim parçalanıyor. Ama ben veremem ona istediği mutluluğu.


Ön koltuğa geçip oturuyorum. Biraz aşağı iniyoruz arabayla ve çekiyor sağa.


"Aşık oldum ben." diyorum son derece mala bağlamış halde. Biliyorum ordan kurtuluşum pek yok sıçacak ağzıma. Hani belki acır biraz diye son gak guklarımı deniyorum.


+İnsanım ben, sen nasıl bana takmışsan kafayı ben de başkalarına takabiliyorum.


...diyorum...demesine diyorum da boşa...


Benim her denememde aldığım cevap aynı oluyor. Sinirinden etrafa tüküre tüküre kafasını direksiyona çaka çaka "Siktir git!" diyor bana.


Zaten gideceğim. Şimdi sen bunu söylemesen de ben zaten bi gün senin hayatından siktir olup gidecektim bunu  kabullenmek istemesen de sen de benim kadar iyi biliyodun içten içe.


Bir süre sonra pes ettim. Baktım ki hiçbir sözüm sakinleştirmiyor onu...indim arabadan yürümeye başladım yine eve doğru. Aksi gibi bir de yağmur başlamasın mı! 


Yine başladım homu homur söylenmeye... "Belliydi bunun olacağı. Bari evin orda konuşsaydık da ben onca yolu yine yürümeseydim."


Benden sonra gaza basmasıyla arkamdan duyduğum ses biraz içimi ürpertti. Umarım o sinirle saçmasapan bişeye kalkışmaz ya da kaza yapmaz diye düşündüm.


Ama her ne olursa olsun arada yine içimdeki HardCandy ortaya çıkıp atarını da yaptı. "Sen benim çekmecelerimi mi karıştırdın! Özelime girmeye hakkın yok, ne sanıyosun kendini!" ... de yemedi tabi o sinirle.


İşte bu Mr.Eleven'ı son görüşümün hikayesiydi...diyeceğim galiba bigün. Umarım öyle olur, çünkü bu hikaye yıllardır bana eziyet olarak fazla fazla devam etti.


Parçadan çıkaracağımız ders şu olsun mu öyleyse?


İnsanların özelini kurcalamak iyi değildir.Bulduğunuzda hiç hoşunuza gitmeyecek şeyler çıkabilir ortaya.Bazen çok fazla şey bilip mutsuz olmaktansa daha azını bilip mutlu kalmak daha iyidir.


O değil de...Cuma gecesi Maroon5'a gidiyor muyuz??




Sevgiler... HardCandy

2 Nisan 2011 Cumartesi

Nişantaşı Cadıları





Cadılar, cadılar...arabanın içinde üç bücür cadı var.


Tamam, uysun diye öyle yazdım. Hiçbirimiz bücür değiliz. Kazulet kazulet bi de üzerine topuklu giyen pis karılarız hepimiz.


Aslında dörttük ama birimiz bi diziye başladı geçen gün. İki gündür gelmiyor işe.


Üç bücür cadı tıkınıyor. Midelerine işkence ediyor.


Sarışın biri; sörfçü. Fit bi vücuda sahip, çılgın da biraz. Aman duymasın, çatmasın bize. Yakışıyor ona bu deliliği, pek çok pek çok.


Diğeri Hande Subaşı'na benziyormuş.Benzemiyor bence, kat kat güzel ondan; Esmer Barbie.


Bir diğerini kaptırdık bir gençlik dizisine...Helen kızımız. Set gribi olmuş kendisi daha ilk günden; öyle tivitlemiş. Geçmiş olsun diyoruz.


Dördüncüsü de ben oluyorum ki söze ne hacet, aman diyim bulaşmayın.


Esmer Barbie,bacağını havaya kaldırmış, ayağındaki UGG botu arabanın buğulanmış ön camına sürterek iç gıcıklayıcı sesler çıkarırken, 40 kiloluk Sarışın Sörfçü elindeki süt mısır cipsi mideye indirmekle meşgul.


Deliyiz biraz, evet deliyiz. Mesela 40 kiloluk Sarışın Sörfçünün en favori olayı 15 dakika arayla "Şimdi ne yesek?!" cümlesini dilinde döndürmesidir.


Ben arka koltukta bunları yazarken bir kez daha diyor işte...diyor ve ardından geğiriyor büyük bi hazla.


Şaşıracaksınız belki ama onun arkasından da "Bu kız sıçamayacak kadar güzel." yorumunu yapabileceğiniz Esmer Barbi osuruyor. Hayır ben kesinlikle gaz çıkarmak tabirini kullanırdım ama kendisi inatla osurduğunu öne sürüyor, itiraz edemeyeceğim.


Kendimi çok masum hissettiğim nadir anlardan birini yaşadım işte tüm bunların ardından.


Akabinde eski ekip üyesinin dedikodusu dönüyor. O kızın yerine ben geldim aralarına, 1 ay oldu olmadı işte...
Sevdim ama, gerçekten sevdim kendilerini yalan yok şimdi.
İçinde gram insan sevgisi barındırmayan, sevmeye son derece kabiliyetsiz olan ben...kendimi zorlamadan bazen böyle sürpriz şekilde sevebiliyorum birilerini...


Sevmek dedik de hani...


Seni Seviyorum Hercules ,  peki sen beni hiç özledin mi?





...


Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com








....

30 Mart 2011 Çarşamba

Zeki Kadın



 Duştan sonra aceleyle saçlarımı kuruturken saç kurutma makinasını kafama dan dun vurmaktan vazgeçseydim belki şu an biraz daha akıllı bi kız olabilirdim. Ölen beyim hücrelerim arkasından yas tutmaz ve beynimi büyük göstermek için krepe tarağına ihtiyaç duymazdım.


Hayatımda hiç krepe tarağım olmaması bir yana...sağımı solumu ayırt edememem, yapılan esprileri herkesin algıladığından minimum beş saniye sonra kavrayabilmem de hayatımın 7 yılını yiyen ilk sevgilimin bana sürekli "senin beynini kuşa taksak geri geri uçar" demesinin haklılığını koyuyor ortaya.


Şimdi kendimi bu kadar aşağıladıktan sonra azıcık da övmeyi haketmişimdir sanırım. Belki yıllardır çözmeye çalıştığım her IQ testinde isyan bayraklarını çekip "Bu ne yauuu!!!" diyerek kargacık burgacık şekilli ve sayılı test sayfalarını oraya buraya saçmış olabilirim kabul...


Ama benden fışkıran EQ'yu da kimse inkar edemez... Yoksa bunca badireyi kazasız belasız atlatışımı başka bir şekilde açıklayamazdım.


Çoğu zaman anladığım birçok şeyi anlamazlıktan gelme sanatını da içgüdüsel öğrendim diyebilirim. Yıllar önce nerden duyduğumu bile hatırlamadığım "Erkekler ya aptal kadınları sever, ya da zeki olup aptal görünmeyi başarabilenleri." cümlesi bende öyle yer etmiş, söyleyeni öyle haklı bulmuşum ki bunu felsefem haline getirmekten alıkoyamamışım kendimi.


Erkekler asla zeki kadınları sevmez demiyorum; severler, hem de çok severler. Onların kadınların  aptal görünmelerinden kastı yalnızca safa yatmalarıdır. Yanındaki kadının her daim uyanık olması ilişkiyi zinde tutar. Adrenalin salgılayan erkek kendini daha çok ele verir. Aslında herşeyin farkında olan ama hiçbirşey bilmiyormuşcasına alık davranmayı bilen kadın erkeği avcunun içine alarak evire çevire oynar.


Bu aşamada kadınların kaprisine yer yoktur. Bayanlar zaaflarını ve kıskançlıklarını bir kenara bırakıp mantıklarını kullanmaya başlamalıdırlar. Bu özelliklerini geliştirebilmek için bolca strateji oyunu oynamalarını önerebilirim.


Sonuç olarak : Sürekli vızıklanan dırdır eden kadın - OUT


                        Herşeyden bihabermiş gibi davranıp olayları kontrol altına alan kadın - IN




...




Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com




...

28 Mart 2011 Pazartesi

Hercules



Cinli'yi anlatacağım demiştim dimi...anlatamıyorum. Adamla iki hafta konuşmadık...az önce burda andım, hissetmiş gibi telefon etti serseri :S korkutuyo bu çocuk beni, ciddi korkutuyo :)


 Öyleyse Hercules diyelim...Ya da demesek mi...Yara bende kendisi :) yazarken bile gevşek gevşek gülüyorum, yok yok hiç hayraalamet değil.




 Nerden bu adam biliyor musunuz...Yılbaşındaki felaket partisinden. O geceyi hatırladıkça hala daha sinirim bozulur kahkaha atacak duruma gelirim. Kimin eli kimin cebinde belli olmayan bu ortamda ben kendi popomu koruma amaçlı yalnızca kızlar ve gayler'le takılmaya çalıştığımı hatırlıyorum kendimle ilgili en son. Mr.Amsterdam ne idüğü belirsiz (ki sonradan belirledim salviaydı) şeyler çekerken ben aşağıda bulduğum boş bir koltuğa kıvrılmıştım. Evet pis adi adam beni o vahşi kalabalığın içinde yalnız bırakmış, ben ona vermeyince önce kafasını güzelleştirmeye ardından verecek başka birini bulmaya gitmişti. Hakkını yemiyim on onbeş dakikada bir uğrayıp saçımı falan öpüp şefkat gösterisinde bulup tekrar ortadan kayboluyordu.


 Bu sırada ev o kadar soğuktu ve kalabalık sebebiyle öyle bir battaniyesizlik sıkıntısı yaşıyorduk ki benim üstüme örtecek hiçbirşeyim yoktu. Tir tir titrerken adamın biri gelip deri ceketini üzerime örttü. Uzun boyluydu, yakışıklıydı, adından da anlaşılacağı üzre yunan tanrılarını aratmayacak güzellikte bir vücuda sahipti, son derece sexy bir gülümsemesi ve muzur bakışları vardı.
 Dedim HardCandy yan gel yat... yan gel yat bu adam bu kadar etkileyici olabilir ama ev ev değil, gece gece değil, parti parti değil, burdaki insanlar insan hiç değil asabını bozmaya gerek yok. Zahiri görüntüye aldanma, yum gözünü uyu tatlım.


Ceketini üzerime örttükten sonra yanımdaki koltuğa kıvrılıp uzun süre ince siyah çorabımın içinde oldukça sevimli görünen kırmızı ojeli ayaklarımla oynadığını, bikaç kez beni gıdıkladığını ve benim onu terslediğimi hatırlıyorum.


********************************************************************






Geçen geceye geri dönersek...adam beni işten aldı. Üşenmedi gelip beni aldı. Üşenmez tabi niye üşensin ucunda ben varım dimi.
Bir insan nasıl hem bu kadar yakışıklı, hem bu kadar zeki, hem bu kadar hoşsohbet olup, hem de nasıl bu kadar iyi bi aileden gelir?
Biri bana bunu açıklar mı?
Ayrıca adam mütevazi.
Adam bütün gece bana oral sex yaptı bi kere bile ağzından sen yap lafı çıkmadı.
Tamamen bana yönelik çalıştı.
Sonrasındaysa yanımda mışıl mışıl uyurken ben içimden 40'ar defa "bana aşık ol,bana sevgilim ol de,bana evlenme teklif et" demekle meşguldüm.
Çok malım tanrım! Kendimi şu an şu camdan aşağı atmak istiyorum.
Ben! Öküz! Kimseleri sevemeyen! Kimseleri beğenemeyen paso kusur bulan ben! Umulmadık şekilde böyle bi adama nasıl tutulurum!
Hayır kesinlikle kötü bir yanı yok...kafa yapısı dışında...kesinlikle ilişki adamı olduğunu sanmıyorum. Üstelik yaşı da çok küçük. Daha gez toz sik gez toz sik yaşında.


Amerika'da okuyordu, ailesini ziyarete gelmiş, tesadüf işte...içime eden tesadüf. Bütün dengemi altüst eden tesadüf.


Bu arada adamı bi ara "Sen yılbaşında ceketini üzerine örttüğün kızın ben olduğumu bile hatırlamıyosun!" diye fena suçladım sırf şımarıklığımdan, muzurluğumdan...ama bişey itiraf edeyim mi...odama mum yakmaya gittiğimde yatağımın kenarına attığı ceketini görene dek asıl ben hatırlayamamıştım bana ceketini veren adamın o olduğunu :/ :))


Bi bayan olarak evlenmenin gerçekten şiddetle zor olduğunu düşünüyorum. Daha önce de söylediğim gibi biz adam değil hayat seçiyoruz bir yerde.


Ama Hercules ben senle ürerim de evlenirim de tüm hayatımı sana adar sabahlara kadar senle sevişirim de. Hem de hiç bıkmadan.


Bi an önce seni unutmam dileğiyle...


Sevgiler...


          HardCandy




...




Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com




...

Bal Çocuk



 Geçenlerde hıyarım var diyen bi adama bi avuç tuz alıp koştuğumu tivitlemiştim hani...daha uygun bi laf olamazdı buna. Yaptım yani, ciddi ciddi bunu yaptım ben.


 Çok mu sıkılmıştım bilmiyorum. Ya da neyin çekimine kapılıp yaptığımı bilmiyorum ama neredeyse 2 aydır bana hem formspring'ten hem facebook'tan saran bir adamın çatkapı gittim evine. Deli miyim? Belki biraz... ama daha kötüsü kendi kendimi gaza getiren bi insan oluşum.


 Sabahın köründe ki bu benim için öğleden sonra 2 suları oluyor, bir dizi için başrol denemesine gitmiştim. Neremi beğenip çağırdılarsa o role o da enteresan ya neyse. Yarım saat sonra çekimden çıkınca bi an sersem sebelek ortada kaldığımı hissettim. Saat 3 olmuştu ve ben yaklaşık 4-5 saat sonra o an olduğum yere çalışmaya gidecektim zaten. Bu durumda istanbul'un taa öbür ucundaki evime gitmemin hiç bi anlamı yoktu.


Cinli'den yana kullanmak istedim önce şansımı. Onu da anlatacağım...hani şu anlatmayı çok istediğim ama ertesi gün beni follow ettiği için içimde patlayan uzaylı adam. Artık battı balık yan going misali kim görmüş kim etmiş umrumda değil. Herşeyi döküyorum burda gözler önüne gizli saklı yok canımdan bezdim vallahi.


Cinli beyfendi daha dün lütfen bana gel derken bugün sorduğumda kendine çoktan başka bir plan bulmuştu bile. Bir arkadaşının doğumgünüymüş ona söz vermiş, evde değilmiş.


"Ha öyle mi!" dedim kendi kendime ve sinirlendim. İşte o an kendi kendimi gaza getiriş anlarımdan birini yaşıyordum. Cinli'ye kızarak kendimi alakasızca Bal Çocuğun evinde buldum.
Adamın daha önce ne yüzünü gördüm, ne sesini duydum. Manyak mıdır, psikopat mıdır, organ mafyası mıdır nedir belli değil ama çok sevgili gerizekalı ben önce bir sms'le adresini alıp sonra taksiye bindiğim gibi soluğu kapısında aldım.


Apartmanın kapısından girmiş yukarı çıkarken nasıl biriyle karşılaşacağım konusunda kafamdan bin tane fikir geçiyordu.


Şanslı bi hatunum, hep derim ya allahın sevdiği kuluyum diye...boşuna Bal Çocuk demiyorum ona...sarılıp saatlerce sevebileceğiniz türden bi yaratık.


Başta keyfini kaçırdım biraz paranoyak tavırlarımla. Ama kolay değil. Benim gibi bi manyak mıknatısı şu güne dek pek de normalleri çekmediği için...belki birkaç dakika beni eve çağırdığına pişman etmiş olabilirim onu.


Sonra yavaş yavaş kendime gelip açıldım...açıldım,saçıldım...açıldım,saçıldım,saçıldım açıldım falan işte.
Güzeldi, gerçekten sağlamdı...çok da iyiydi.


Penis boyu harikaydı. Boşaldıktan sonra inmiyordu. Testosteron fazlalığından olabileceğini söyledi ama ben daha sonra erkeklerde testosteron fazlalığını araştırdığımda bununla ilgili birşey bulamadım. Bilen biri açıklayabilir mi?
Kesinlikle şikayetçi olduğum bir konu değil o da ayrı. Nesi eksik nesi fazla beni bağlamıyo, harikaydı, olay bitmiştir :)


İki hafta önceki bu macerayı hatırlayınca bi an yine baştanaşağı ürperdiğimi hissettim... Umarım mesajlarını cevapsız bıraktığım için bana çok fazla kızmamışsındır Bal Çocuk...yalnızca hayatıma biraz çeki düzen vermeye çalışıyorum ve sen bu aşamada tehlike arz ediyorsun.


Sana sarılıp sen boynumu dakikalarca öperken kokunu içime çekmeyi özlediğimi inkar etmiyorum...yalnızca özlememeliyim diyorum.


Sevgiler...


        HardCandy



...

Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com


...

Mr.Eleven


 Regl olmuş ya da olacak kadar gerginim şu an. Halbuki alakası yok... nerden bakarsan bak en az 15 gün rahat var regl dönemime.


 Benim olayım gittikçe boka batışımdan. Hayatım yine saçmasapan bir hal alıyor, eğlenmesine eğleniyorum, gayet net bi meblağda para kazanıp kendi ayaklarım üstünde durabiliyorum, herşey harika ama okuldan gitgide kopuyorum. Bu durumdan o kadar hoşnutsuzluk duyuyorumki içten içe attığım imdat çığlıklarımı her daim fırsat bilen Mr.Eleven'la tekrar çıkmaya başlıyorum.


 Mr. Eleven ve ben...ilişki? ama ne ilişki!
 İki yakın arkadaştan farksızız benim penceremden bakıldığında. Kendimi yanında bir kadın gibi değil de daha çok şımarık, ufak bir kız çocuğu gibi hissediyorum ve bu hissi sevmiyorum. Hayatıma birini alıyorsam eğer, bana kadın olduğumu hissettirmeli.


 Hoş...bu onun suçu değil. Seviyor beni. Her istediğimi anı anına yapmaya çalışıyor. Fazla sevip fazla şımartınca da HardCandy gittikçe küçülüp çocuklaşıyor. Belki biraz mizacından kaynaklı. "Babacan" derler ya hani...hah işte tam öyle bir insan.
Adam benden bebek istiyor. Aklını kaçırmış olabilir mi?
"Avrupa'ya gideceğim, 6 ay orda kalacağım." diyorum. "Tabiki gideceksin.Git, gez, eğlen sonra dön." diyor.
Yok hayır, 50 yaşında falan değil kendisi ama tam bir emekli ruhu taşıyor.


Hakkını yiyemem, 4 yıldır az çekmedi benden ve az toparlamadı dağılan hayatımı. Çok seviyorum onu, herkesten farklı bir değer verip farklı bir yere koyuyorum. Çünkü hiçkimse benim bu denli iyiliğimi düşünmedi daha önce. Benim tek lafıma herşeyi yakabilecek bi adamdır. Kalbi inanılmaz temizdir.
"Herkes sevdi bi sen sevemedin gitti Mr.Eleven'ı." der yakın arkadaşlarımdan biri...haklı da; okuldaki kızların yarısı ona hayran. Çünkü güçlü, yakışıklı, karizmatik.


Ben neden beceremiyorum bilmiyorum.
Bir zamanlar çok severek, etrafımdaki adamları bi anda silip atarak büyük bi heyecanla almışken onu hayatıma aynı fevrilikle bi anda nasıl çıkardığımı ve bi anda ona olan aşkımın nasıl sönüp gittiğini ben de anlayamıyorum. Ama oluyor işte, insanın duyguları çabuk değişebiliyor...hele de benim gibi pek çok karakterli bi ikizlerse.


Utanıyorum bana dokunmaya kalktığında. Her daim kıçı başı ayrı oynayan ben, Mr.Eleven bana dokunmaya kalktığında sanki çok yakın bir arkadaşım, abim, akrabammış gibi hissediyor, utanıp kaçıyorum.


İkinci hafta bitti ve bir kez bile izin vermedim ona. Ne zaman şikayet etmeye başlayacak merak ediyorum, ne zaman pes edip azarlayacak beni...


Ne zaman aynı yatakta kardeşce yatmamız koymaya başlayacak ona...


Deniyorum, çabalıyorum ama beceremiyorum. Evet onu çok seviyor, çok değer veriyor ama iş o noktaya gelince onu değil başkalarını düşünüyorum :(


Üzgünüm Mr.Eleven...aslında seni kırmayı hiç istemiyorum...



...


Daha Eski Maceralarım İçin  ------>  http://storiesofhardcandy.blogspot.com


...